Yükün estetiği olur mu?
- Cansu Coşkun

- 21 Eki
- 2 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 20 Kas
Düşünme, organize etme, sorumluluk alma rolü toplumda kadınlara birer ödülmüş gibi sunuluyor. Bize “becerikli kadın” madalyasını takan patriyarka, kendi egemenlik zincirine eklenen her yeni halkayı parlatmaya devam ediyor. Bu göz alıcı madalyalar ve parlayan zincirler kazanılmış zaferler değil, kadınların omuzlarına yüklenenlerin estetize edilmiş hali.
Araştırmalar, kadınların ve özellikle annelerin zihinsel yükünün erkeklerinkinden çok daha fazla olduğunu, bu durumun da tükenmişlik, kaygı ve depresyon riskini artırdığını söylüyor. Üstelik bu fark sosyokültürel düzeye bağlı olarak azalmıyor, yalnızca biçim değiştiriyor. Düşük sosyokültürel düzeyde hayatın devamlılığı genelde kadının hayatta kalma ve planlama becerisine bağlıyken, yüksek sosyokültürel düzeydeki ailelerde “kusursuz” düzeni sürdürmek için duygusal ve bilişsel planlama yükü yine kadının üzerinde oluyor.
Zihin yükü, yalnızca yapılan işler değil yapılacakları düşünmek, planlamak, hatırlamak ve organize etmek demek. Bu yükün görünmesi oldukça zor çünkü ellerle değil zihinle taşınıyor, tam da bu sebeple çok daha yıpratıcı oluyor. Ev ve iş hayatının dengesi, çocukların okuldaki ve okul dışı sosyal etkinlikleri, ev içi emek, sosyal ve bireysel ihtiyaçların karşılanması kendiliğinden planlanmıyor.
Eğer bunların kolaylıkla halledildiğini düşünüyorsanız muhtemelen hayatınızda bu yükü paylaşabildiğiniz veya tamamen üzerine bıraktığınız bir partneriniz var demektir. Bu satırları okuyan “duyarlı” partnerler veya kendini “yardım eden” olarak tanımlayan hayat arkadaşları, bu meselenin kendi gerçeklikleriyle örtüşmediğine inanacaktır. Oysa bu inanç ilişkide adaletsizliğin sessiz taşıyıcısı oluyor. Çünkü asıl sorun, yardım etmekten ziyade hatırlama ve organize etme sorumluluğunun hâlâ çoğunlukla kadınların zihninde kalması.
Birçok erkek, evde eşit rol aldığını düşünürken yalnızca yönlendirildiği şeyi yapıyor. Yani işi paylaşıyor ama düşünme yükünü değil. Kadının bu yükü alışkanlıkla adeta otomatikleşmiş bir halde, kimi zaman sessizce kimi zaman yüksek sesle taşımayı sürdürmesi “normal” sanılıyor. Oysa normal olan, görünmeyen zihinsel yükün bir kişi tarafından taşınması değil bu koşullarda yükü taşıyanların yavaş yavaş tükenmesidir.
Görünmeyen emeğin Türkiye’de aldığı biçimi Fiba Grubu ve Özyeğin Üniversitesi’nin yayımladığı “Bakım Emeği ve Zihinsel İş Yükünün Beyaz Yakalı Çalışanlar Üzerindeki Etkisi” araştırması gösteriyor. Bulgular, kadınların ev içi bakım emeğinin yaklaşık yüzde 57’sini, zihinsel iş yükünün ise yüzde 60’ını taşıdığını; erkeklerde bu oranların yüzde 33–35 civarında kaldığını gösteriyor. Evlilik ve çocuk sahibi olma, kadınların yükünü artırırken, erkekler için anlamlı bir fark yaratmıyor. Kadınların önemli bir kısmı bu görünmeyen yük nedeniyle “tükenmişlik” yaşadığını, terfi tekliflerini reddettiğini ya da işten ayrılmayı düşündüğünü söylüyor. Araştırma, zihin yükünün yalnızca evin değil, iş hayatının da sessizce sürdürülen bir mesaisi haline geldiğini; çözümün de bireysel farkındalıkla değil kurumsal ve toplumsal dönüşümle mümkün olduğunu hatırlatıyor.
Yıllardır “düşünen kadın” övülürken, düşünme emeği de kadınlara devredilmiş, erkeklerin zihinsel konforu “doğal bir hak” gibi korunmuştur. Yine de istisnaların olabileceğini söylemek gerekir. Bir ilişkide, bir evde, bir toplumda değişim önce fark etmekle, sonra paylaşmakla başlar. Bir kişi “bunu hep ben düşünüyorum” dediğinde değil, diğeri “bunu ben hiç düşünmemişim” diyebildiğinde denge kurulur. Aksi halde yorgunluk birikir, sessizlik büyür, iç konuşmalar ağırlaşır. Zihin yükü paylaşılmadığında ilişki yorar, sevgi bile düşündürür.
Artık bir evde ya da ilişkide kimin ne kadar çalıştığını değil, kimin ne kadar düşündüğünü konuşmanın zamanı. Çünkü düşünmek de iştir, emektir, yorgunluktur. Gerçek ve sağlıklı olan değişim, bir tarafın daha az düşünmesiyle değil diğer tarafın da düşünmeye başlamasıyla olur.
Klinik Psikolog Cansu Coşkun
Vesaire - 21/10/2025




