“Hayır” demek neden bu kadar zor?
- Cansu Coşkun

- 7 Eyl
- 3 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 9 Eyl
Terapi odalarında en çok konuşulan konulardan biri: Hayır diyememek. Gerektiği yerde makul sınırlar çizmek, kendi alanını korumak, isteklerine sahip çıkmak, diğerine hayır demek nasıl oluyor da bu kadar zor olabiliyor? Dünyaya geldiğimiz andan itibaren hayatta kalmak için durmaksızın yeni beceriler kazandığımızı düşünürsek, sınır çizebilme becerisini kazanmayı bu denli zorlaştıran neler olabilir? Bakalım.
Bir terapist olarak düşündüğümde, hayır demenin yolunun öncelikle herkesten ayrı bir birey olduğunu kabul etmekten geçtiğini söyleyebilirim. Bu noktada yaşadığımız ülkenin kültürel kodlarına baktığımızda iç içeliğin desteklendiğini ve kişinin kendisiyle bir başkası arasına sınır, mesafe koymamasının beklendiğini görüyoruz.
Daha açık ifadeyle, kişisel alanın yok sayıldığı, kişinin dört tarafının istek ve ihtiyaçları gözetilmeksizin müdahalelerle ve beklentilerle sarıldığına tanık oluyoruz. Aile içinde duygusal sınırların eksikliği, atanmış zorunluluklar, sorunların bireysel değil “aile meselesi” olarak kabulü ve bazen örtük bazen açık talepkarlık kültürümüzde kendini gururla gösteriyor. Ayrışmanın ve bireyleşmenin “evlerden ırak” görüldüğü bir yerde makul sınırlar çizmeyi öğrenmek haliyle çok da kolay olmuyor. Kendini feda etmenin, başkaları odaklı olmanın böylesine takdir edildiği, sınırların ve mesafelerin ise neredeyse ayıp kabul edildiği bir toplumda insanın kendi ihtiyacına sahip çıkması da geliştirmesi gereken bir yetenek oluveriyor.
İçinde yaşadığımız toplumun sosyal becerilerimiz üzerindeki etkisi gözle görülür halde ama sınır çizme meselesine biraz daha çekirdekten, aile yapısından bakalım istiyorum. Çünkü tüm bu ortak sebeplerin yanında herkesin kendi kişisel hikayesinde gizli aslında nelere, kimlere, hangi durumlarda hayır diyemediği. Geçmişimde sevildiğimi ve kabul gördüğümü hissetmem için benden beklenenleri yapmam gerektiyse, bugün karşımdakine “hayır” demek benim için sevilmeme riskini de beraberinde getiriyor. Çocukluğumda isteklerimde biraz ısrarcı olduğumda etrafımdaki yetişkinler benimle alay etmişlerse ben bugün istek ve ihtiyaçlarımı değersizleştirmek pahasına diğerlerine sınır çizemiyorum. Ebeveynlerimin duygusal ihtiyaçlarını karşılamak istemediğimde küslük ve yalnız bırakılmışlık sardıysa etrafımı, yetişkin halimde diğerlerinin taleplerini reddetmek benim için terk edilme tehdidi taşıyor. Geçmişte kararlarıma, seçimlerime, becerilerime güvenilmediyse ben bugün kendimi yeterli hissedemiyorum, kendime daima bir yol gösterici arıyorum ve özellikle otoriteye “hayır” demek benim için imkansız hale geliyor. Boyun eğen, başkalarının ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarının üstünde tutan bir ebeveyn modelim olmuşsa bayrağı ben devralıyorum ve aynı örüntüyü sürdürüyorum.
Varmak istediğim yer şurası: Yetişkinlik döneminde geçmiş deneyimlerden yola çıkarak kuruyoruz ilişkilerimizi, geçmiş deneyimlerden yola çıkarak baş ediyoruz bazı zorlanmalarla. En güvende hissetmemiz gereken ilişki olan ebeveynlerimizle ilişkide eleştirilmeden, beklenti karşılama sorumluluğu hissetmeden, olduğumuz halimizle yeterli ve değerli hissetmediysek aynı huzursuz ilişkiyi bugün başkalarıyla yeniden sahneleyebiliyoruz. Ama neyse ki yetişkinlik hayatımızda edindiğimiz yeni tecrübeler, karşılaştığımız farklı rol modeller, inşa ettiğimiz sağlıklı ilişkiler, ezberimizin dışında öğretiler gelişmeyi ve değişmeyi mümkün kılıyor. Böylece artık tıkandığımızı hissettiğimiz yerde en eski bilgiyle değil daha yeni (tercihen daha sağlıklı olan) deneyimle hareket edebiliyoruz. Rahatsız olduğumuz örüntüleri değiştirme sorumluluğunu aldığımızda geçmişte köklenen ve bugün artık ihtiyacımızı karşılamayan kalıplara veda edebiliyoruz. Yani aslında “hayır” demenin beraberinde yalnızlık getirmeyeceğini, sınır çizmenin sevilmeye engel olmadığını, iç içeliğin yakınlık getirmediğini ve ilişkilenme için önce ayrışmanın gerektiğini görebiliyoruz.
Peki, döngü nerede sonlanıyor? İnsan kendi sınır çizememe sebebini bulduğu zaman, “hayır” derse gözünde canlanan senaryoların köklerini anladığı zaman ve bugün artık sağlıklı bir yetişkin olarak kişisel alanının ve gereksinimlerinin sorumluluğunu almak istediği zaman başlıyor değişim. Bazen bebek adımlarıyla, bazen koşarcasına, bazen başa sardığını düşünerek ama aslında hiçbir zaman aynı yere dönmeyerek bu döngüyle mücadele ediyor. Hayatta bazı şeyler aynı kas gücü geliştirmek gibi. Diğerlerinin beklentilerini karşılamamayı seçmek, kişisel alanı korumaya çalışmak başlangıçta ağrılara ve yorgunluklara sebep olsa da çekilen çile o kas güçlendikçe yerini daha sağlıklı benlik ve ilişkilere bırakıyor.
Klinik Psikolog Cansu Coşkun
Vesaire - 20/05/2024




