Orada mısın hâlâ?
- Cansu Coşkun

- 8 Ağu 2023
- 4 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 13 Eyl
Hayatta kalabilmenin belki de en temel koşulu: değişim. Değişmek isteyenler, değişmek istemeyenler, başkalarını değiştirmek isteyenler, başkalarının değişimine ayak uydurmakta zorlananlar…
Değişmek kimileri için oldukça olumlu, yaşam dolu bir anlama gelirken kimileri için fazlasıyla olumsuz hatta bazen korkutucu bir anlam taşıyor. Yüklenen anlam her ne ise bunun kendiliğinden oluşmadığını çok iyi biliyoruz. Değişimin nesiller boyu nasıl yaşandığı ve karşılandığı, kişinin kök ailesinde değişime ve farklılığa nasıl bir yer verildiği, her değişim cesaretinde veya uzun süre stabil kalmakla edinilen deneyimler ve belki de bütün bunların çıktısı olan şemalar değişimi yaşama biçimini yorduyor. Böylece değişim kimileri için çok akışta ve doğalında gelişirken kimileri için de yürünecek uzun yollar ve ödenecek bedellerle dolu oluyor.
Terapist olarak danışanlarımızda arzu ettikleri değişimle birlikte gelen ilişkisel çatışmalara sık rastlarız. Kişinin farkındalığının artması ve Sağlıklı Yetişkin moduyla daha tatminkar bir yaşam sürmek istemesiyle birlikte hayatının birçok alanında değişimin izleri görülür. Kendine bakışı, iletişim biçimi, beklentileri, hayalleri, geçmişi yorumlama şekli değişebilir. Sosyal varlıklar olduğumuz için ve biraz da kolektivistik kültürün etkisiyle bütün bu alanlarda görülen değişim genelde en çok ilişkilere yansır.
Değişimi kişisel farkındalığın artmasıyla birlikte yaşanan dönüşüm olarak ele alarak ilişkide bu duruma başlangıçta sadece seyirci olan tarafın penceresini konuşalım istiyorum. Nedense bir şekilde değişim yaşayanın deneyimleri rahatlıkla konuşulurken ilişkideki diğerinin duyguları o kadar da rahat konuşulmaz. Bir de beklenti vardır çünkü, karşıdakinin değişiminin takdir edilmesi beklenir, takdir edilemiyorsa bile en azından bu değişime itiraz edilmemesi beklenir. Çoğu zaman haksız da değildir bu beklentiler. Söz konusu değişim için çok yollardan geçilmiştir çünkü, sancılar çekilmiştir, tam ‘hah oldu’ derken başa sardığını düşündüğü zamanlardan geçmiştir kişi. Süregelen davranış kalıpları, tekrar eden ilişki döngüleri, kendine ördüğü duvarları ve daha başka birçok şey hiç beklemediği anlarda yüzüne soğuk bir rüzgar gibi çarpmıştır. Dolayısıyla bunca zahmetin sonunda çevresindekilerden takdir, hadi takdir olmasa bile kabul beklemesin de ne yapsın! Tam da bu noktada ilişkinin diğer kahramanının değişime yüklediği anlam giriyor sahneye. Söz konusu kahramanın kendisiyle ve hayatla ilgili inançları bu değişim karşısında nasıl konumlanacağını belirliyor. Diğerinin değişimini onaylayarak sürecine eşlik edebilir veya bu değişimin tetiklediği duygularla baş etmeye çalışırken ilişki içinde tansiyon yükselebilir.
Değişiminin rüzgarında ben
“Dağın ritimleri içinde eğitilmiştim; kökten değişimleri değil, yalnız ve yalnız döngüsel değişimleri barındıran ritimler içinde. Her sabah aynı güneş belirir, aynı güneş vadiyi süpürür ve zirvenin ardından devrilirdi. Kışın yağan karlar baharda daima erirdi. Yaşamımızın kendisi bir döngüydü; günlerin döngüsü, mevsimlerin döngüsü… Tamamlandığında hiçbir şeyin değişmediğini gösteren kesintisiz değişim çemberleri. Ailemin bu ölümsüz tekrarın bir parçası olduğuna, bir anlamda bizim de ebedi olduğumuza inanırdım. Oysa ebedilik yalnızca dağa mahsustu.” [*]
Tekrarlayan döngüler, öngörülebilir değişimler güven ve kontrol hissi verirken karşımdakinin değişimi şimdiye kadar tanıdık olan birçok şeyi ortadan kaldırabilir. Bir yanım biliyor ki aslında her sabah aynı güneşi aynı ben karşılamıyorum. Aldığım nefes gibi tek seferlik aslında ‘tekrar’ gibi görünen her şey. Ama bir yanım da tutunuyor ebediyet inancına. Değişirse bir şeyler sonsuza dek kaybedeceğim sahip olduğum ilişkiyi. Çünkü karşımdakinin yaşadığı dönüşüm benim için bir tehdit, bir kayıp…
“Ödüm kopuyor en yakınım kendi sınırını koruyunca, bana ‘bu benim alanım’ dediğinde. Kendimi dışlanmış hissediyorum hiç ilgisi yokken. Öyle bir terk edilmişlik hissi çöküyor ki boğazıma, yalnız bırakılmış bir çocuk gibi ne yapacağımı bilemeden kalıyorum korkuyla. Bu yüzden sınır çizildiğini fark ettiğim an usulca çıkıp gidiyorum o ilişkiden. Tekrar tekrar terk edilmemek için.”
“Kendimi neredeyse sadece ebeveynliğe adadığım uzun yıllar sonunda çocuğumun kendi ihtiyaçlarını ben olmadan karşılayabileceğini gördükçe, kendi ayakları üzerinde durup zorluklarla baş edebildiğini fark ettikçe, bana karşı eskisi kadar talepkar olmadığını hissettikçe kendimi yetersiz buluyorum, ona destek olamadığım için kendimi suçluyorum. Onu zorluklardan, yaşayabileceği acılardan koruyamama fikri beni çok tedirgin ediyor. Eğer her anımı onu için yaşayamazsam, ona kendimi feda edebileceğim yollar kapanırsa bu ilişkide başka türlü nasıl kalabilirim bilmiyorum. İlişkilenmenin başka yolunu bilmiyorum.”
“Partnerimle ikimize ait küçük bir dünyamız varken, birbirimizi en iyi biz anlarken, birbirimiz adına kararlar verebilirken, başka kimseye ihtiyaç duymazken partnerimin yeni bir sosyal çevre geliştirmesi ve bana da kendime ait bir alan açmam için önerilerde bulunması beni sanki karanlık bir ormana atıyor. Onunla ayrışma fikri panik yaşamama sebep oluyor. Kendimize ait farklı alanlarımız olursa, iç içeliğimize balta vurulursa nasıl hayatta kalırız? Kendimi ona soğuk davranırken, her söylediğine itiraz ederken buluyorum.“
Yani aslında değişen dönüşen kişinin aldığı yol kadar bu değişimin rüzgarında serinleyenler, uçuşanlar ya da savrulanlar da aynı kalmıyor. Kimisi tetiklenen şemadan kaçmak adına ilişkiyi sonlandırırken kimisi hissettiği yoğun acıyı telafi etmek istercesine duygusunun tam tersi davranıyor.
Eğer insan bütün enerjisini diğerinin değişimine direnç göstermeye veya diğerinin kişisel gelişimiyle birlikte kendisinde tetiklenen duygudan kaçmaya harcarsa değişime uyumlanma becerisini besleyebilecek kanallardan, kendi gelişimini sürdürebilecek enerjiden mahrum kalır. Bu da bir yerden sonra ilişkideki memnuniyetsiz halinin sorumluluğunu diğerine yüklemeye götürür. Ne zaman ki diğerini kontrol etme çabası sonlanır, kişi dikkatini ve enerjisini kendisine yoğunlaştırır yani ilişki içinde kendi sorumluluğunu alabilir hale gelir, o zaman sağlıklı yetişkin mod ile hareket başlar. Akabinde ihtiyaçların fark edilmesi, öğretilenlerin ve aslında hiç öğrenilmemiş olanların fark edilmesi gelir. Sonra? Sonrası yine kaçınılmaz değişim. [*] Tara Westover, ‘Talebe’, çev. Duygu Akın, Domingo Yayınevi, 5. Baskı, Eylül 2020, İstanbul
Klinik Psikolog Cansu Coşkun
Psikonet İyi Hissetmek Sayı: 14- 07/2023




